Adı: Stephon Xavier Marbury
Boy: 6' 2"
Kilo: 205 lbs.
Pozisyon: Guard
Doğum
Yeri: Brooklyn, New York
Doğum Tarihi: 20 Şubat 1977
Kolej:
Georgia Tech '96
NBA Takımı: New York Knicks
Tam adıyla
Stephon Xavier Marbury, 20 Şubat 1977’de ailenin en küçük elemanı olarak dünyaya
geldi. Ailenin toplam 7 adet çocuğu vardı. Annesi, babasının pek ilgilenmediği
bu ailede 7 çocuğa da tabiri caizse hem annelik hem babalık yapmış ve her
birinin koleji (üniversite) bitirmesini sağlamış. Bu yaptıklarıyla da
Marbury’nin sevgisini kazanmış. ve hayatta en sevdiği
varlık olmuş.
Ailenin en büyük çocuğu olan ve Marbury’ye adının verilmesinde önemli bir etken
olan kız kardeşi Stephanie de aileyi anneyle birlikte ayakta tutmuş. Tabi bu 7
çocuklu ailenin yaşadığı yerin New York, Brooklyn’in çetelerle dolu, olaysız bir
akşam geçmeyen, Coney Island bölümü olduğunu unutmayalım. Marbury’nin
kendisinden büyük 3 abisi vardı ve üçü de basketbolcuydu. Hepsi NCAA seviyesine
bile ulaşamadan basketbolu bıraktı. Gerek uyuşturucu gerekse sakatlıklar iki
kardeşi etkilemiş ve kariyerleri çok kısa sürmüştü. Ancak Marbury farklıydı.
Daha 3 yaşında basket topuyla tanışan Stephon, 6 yaşında çoğumuzun şu anda bile
yapamadığı bir şeyi yapıyor, her iki eliyle de şut atabiliyor ve dripling
yapabiliyordu. Yapılan bir röportajda “Her insanın unutamadığı ve çok sevdiği
bir çocukluk arkadaşı olmuştur. Ancak eminim ki hiçbiri o insana benim çocukluk
arkadaşımın bana yaptığı kadar büyük katkı yapmamıştır” diyen Marbury’nin
bahsettiği çocukluk arkadaşı ise bir basketbol topu. Basketbola bu derece
sevdalı olan Marbury’nin daha o yaşlarda yaşıtları arasında ortaya çıkan diğer
bir özelliği ise hızıydı. İlkokulda yapılan atletizm yarışmalarında hep birinci
olan Marbury’nin bu hızı ileride ona çok büyük yarar sağlayacaktı.
“Her
insanın unutamadığı ve çok sevdiği bir çocukluk arkadaşı olmuştur. Ancak eminim
ki hiçbiri o insana, benim çocukluk arkadaşımın (basketbol topu) bana yaptığı
kadar büyük katkı yapmamıştır” Stephon Marbury
İlkokul ve ortaokulda
okulunun basketbol takımında oynayan ve harikalar yaratan Marbury’nin ünü gün
geçtikçe artıyordu. Özellikle de lise koçları Marbury’i almak için çok büyük
eforlar sarf ediyorlardı. Ortaokuldaki son senesinde Katolik Gençler liginde bir
maçta attığı 41 sayı (gençler liginde atılan en yüksek sayı) ve bu sayede New
York Daily News gazetesine çıkması koçları daha da bir gaza getirmiş, onları
Marbury’ye inanılmaz tekliflerde bulunmalarına yöneltmişti. Bu tekliflerin
arasında lisedeki tüm ihtiyaçlarının karşılanması, en sevdiği ayakkabılardan
alınması ve sportif bütün ihtiyaçlarının karşılanması hatta özel forma ve
tişörtlerin bastırılması bile vardı. Marbury’i çok isteyen bir lise koçu ise
Marbury ve ailesini her gün akşam yemeğine götürerek onların aklını çelmek
istiyordu. Bu kadar teklifin arasında bir karar vermek elbette zordu. Marbury’i
kendi liselerinde görmek isteyen liselerden biri de Abraham Lincoln lisesiydi.
Bu lise Marbury’nin kendisinden büyük üç abisinin, Eric, Donnie ve Norman’ın
büyük hayallerle girip basketbol kariyerlerine nokta koydukları okuldu.
(Steph’in 3 yaş küçük erkek kardeşi Zach ise 2 yıllık NCAA kariyerinin -Rhode
Island Üniversitesi- ardından 2001 NBA Draftına katılmış ama seçilememişti)
Bunun yanında Marbury’nin ortaokulda birlikte olduğu ve Garden’da beraber top
oynadığı arkadaşlarının çoğu da bu liseyi tercih etmişti. Özelikle kendisi gibi
ileride bir star olacağı düşünülen arkadaşları Russell ve Corey bu lisedeydiler
ve oda içten içe Lincoln’i istiyordu. Marbury’nin önünde verilmesi gereken
önemli bir karar vardı. Ya o da ağabeylerinin verdiği kararı verip Lincoln’e
ortaokul arkadaşlarının yanına gidecekti ya da ailesinin istediği Katolik
liseye. Önceleri ağabeylerinin yaşadığı başarısızlıklar onu karamsarlığa itmiş
ve dini ağırlıklı Katolik Liseye gitmeyi düşünmüştü. Hatta bu kararında gayet
ciddiydi, ta ki Lincoln koçu Bobby Hartstein, Marbury’ye çok çok değerli bir
teklif sunana kadar. Lincoln lisesi koçu Hartstein Marbury’ye, Marbury’nin
Lincoln’e gelmesi durumunda önümüzdeki 4 sene içinde üniversitelerden gelecek
hiçbir teklifi kabul etmeyeceğini, bu 4 seneyi Marbury’nin oyunculuğunu
geliştirmesi ve bir yıldız olması için harcayacağını söylemişti. Bu teklif
Marbury’yi çok etkiledi ve Steph kararını verdi. Lincoln’e gidecekti. Ancak
önünde bir çıkmaz vardı. Acaba o da abilerin gibi bir düşüş mü yaşayacaktı?
Kendisi buna inanmamış olacak ki Lincoln’i tercih etti ve ağabeyleri gibi
olmamaya çaba gösterdi. Marbury Lincoln’da diğer abilerinin giydiği 3 numaralı
formayı giymek istediğini böylece onların anısını hep yanında taşıyacağını ve
daha iyi olmaya çabalayacağını söyledi.
Kim Bu Çocuk!!!
Lincoln lisesinde çıktığı ilk antrenmanda Marbury herkesi etkilemeyi
başarmıştı. Attığı turnikeler, dribblingi bir anda kesip attığı üçlükler ve
asistleriyle başta koç Hartstein olmak üzere herkesin takdirini kazanmıştı.
Ancak antrenman sonrasında Lincoln yardımcı koçu Gerard Bell koç Hartstein’a
“Evet Marbury bugün çok iyiydi ancak bugün antrenman çıkışında bana ukalaca bir
bakış attı. Bence onu ilk maçlarda ilk beş başlatma. Onunda kardeşleri gibi
olmasını istemiyorum.” diyerek Marbury’nin şımarabileceğini ve kendisini bir
anda süper star konumuna getirtmemesini istemiş. Hartstein ise Marbury’e olan
güvenini ”O karakteri oturmuş bir çocuk, ağabeylerini ve yaptıkları hataları
gördü. Onlardan ders çıkaracaktır” diyerek göstermiştir.
”O karakteri
oturmuş bir çocuk, ağabeylerini ve yaptıkları hataları gördü. Onlardan ders
çıkaracaktır.” Lincoln Lisesi Koçu Bobby Hartstein
Lincoln Lisesi’nde
geçirdiği 4 sene boyunca çok iyi performans sergileyen, hızıyla ve
yetenekleriyle herkesi büyüleyen Marbury’nin liseye başlamadan önce en büyük
korkusu olan -o zaman ki boyu 1.80m.di- smaç basamama da sona ermişti. Bu 4 sene
boyunca boyu 1.88’e uzayan Marbury ikinci senesinde smaç vurmayı başarmış ve
artık smaç vurabileceğini de kanıtlamıştı. (Ayrıca Steph, 1995’te Amerika Junior
Takımında yer almış ve kamp esnasında NBA’de ilk yıllarında birlikte oynayacağı
Kevin Garnett ile tanışmıştı) Bu 4 sene içerisinde bir kez Parade dergisi
tarafından en iyi liseli oyuncu seçilen Marbury’nin önünde verilmesi gereken bir
karar daha vardı. O da üniversite. Ortaokul’un sonunda olduğu gibi birçok
üniversite Marbury’ye burs imkanı sunmuştu. Marbury ise aralarında kendisine en
iyi burs imkanını sağlayan Georgia Tech üniversitesinde karar kılmıştı.
Georgia Tech’deki kısa NCAA macerası
Georgia Tech de ki ilk
ve tek sezonunda Marbury çok iyi bir performans gösterdi. 18.9 sayı, 4.5 asist,
3.1 ribaund ve 1.8 top çalma ortalamalarıyla oynayan Marbury bir çok ödüle de
layık görüldü. Bu ödüllerin arasında ACC Liginin en iyi çaylak, en iyi ilk beş
ödülleri vardı. Marbury ACC en iyi ilk beşe seçilebilen beşinci freshman
(üniversitede ilk senesini geçiren oyuncu) unvanını da kazanıyordu. Kenny
Anderson’dan sonra Georgia Tech’e gelmiş geçmiş en iyi point guard olarak
adlandırılan Marbury, Georgia Tech’de oynadığı tek senesi olan 1995-96 sezonunda
Georgia Tech’i kendi ACC’de şampiyonluğa taşımış ve final maçında Tim Duncan’lı
Wake Forest’a karşı 26 sayı atmıştı.
Üniversite’den NBA’ye geçiş
Georgia Tech de geçirdiği başarılı freshman yılının ardından Marbury ani
bir kararla NBA’ye girmeye karar verdi. Yıl içinde kendisine NBA draftına girip
girmeyeceği ile ilgili sorulan sorulara “Eğer o zamana kadar ilk beşte
seçileceğimi hissedersem gireceğim” diye cevap veriyordu. Sene sonunda Georgia
Tech’i en iyi 16’ya taşıyan Marbury, Cincinnati’ye yenildikleri maçtan sonra
NBA’i ciddi ciddi düşündüğünü dile getirmişti. 1996 draftına 1 ay kala yaptığı
basın toplantısıyla Eric Fleischer adında Brooklyn’li bir menajer ile
anlaştığını ve NBA Draftı’na katılacağını açıklayan Marbury bu kararında
kendisini NBA’ye hazır olarak görmesinin büyük payı olduğunu söylüyordu. Bu
basın toplantısında birkaç komik olay da oldu. Basın toplantısı, Marbury’nin
annesinin gecikmesi dolayısıyla 40 dakika geç başladı. Marbury bu olay için
“Annem herhalde benim Georgia da kalmamı istiyor. Üniversitede sadece bir sene
geçirip NBA’e geçme kararı vermem annem için o kadar şaşırtıcı olmuş ki basın
toplantısının zamanını bile unuttu!” diyordu.
“Annem herhalde benim
Georgia da kalmamı istiyor. Üniversitede sadece bir sene geçirip NBA’e geçme
kararı vermem annem için o kadar şaşırtıcı olmuş ki basın toplantısının zamanını
bile unuttu!” Stephon Marbury.
Marbury,
NBA Draftına katılma kararı konusunda ise ”Çocukken hep Micheal Jordan ve Magic
Johnson’u izleyerek büyüdüm. Seneye NBA’ye girersem çocukken izlediğim
oyuncularla oynama fırsatı bulacağım. Ayrıca ben bu zamanın doğru zaman olduğunu
ve bana bir fırsat geldiğini düşünüyorum. Kapıma kadar gelen bu fırsatı tepmem
yanlış olur, belki de bu şansı bir daha hiç yakalayamam. Onun için bu fırsatı
kaçırmamak uğruna bu kararı veriyorum” diyerek kararının nedenlerini açıkladı. O
sene NBA draftına gireceğini açıklayan oyunculardan Georgetown’dan 1.83 boyunda
bir yıldız Marbury’nin drafttaki en büyük rakibi olarak görülüyordu. Bu oyuncu
hepimizin yakından tanıdığı Allen Iverson’dı. Oyun stili, hızı Marbury’e benzese
de o zamanlar Marbury ve Iverson karşılaştırılırken sorulan bir soru vardı.
Acaba Marbury mi yoksa Iverson mı daha rahat point guard oynayabilir? Lise ve
üniversite yılarında Marbury, daha çok sayıya yönelik oynayan bir point guard
profili çizmişti. O zamanlar Marbury 2 numara gibi oynamasına karşın aynı
Iverson gibi boy dezavantajına sahipti. Bir SG için kısa olan her iki oyuncuda
1.5 numara gibi oynuyor ve attıkları sayılarla ön plana çıkıyorlardı. İşte bu
tartışmalarla birlikte girilen 1996 draftında Allen Iverson ilk sıradan
Philadelphia 76’ers tarafından, Marbury ise 4. sıradan Milwakuee Bucks
tarafından seçildi. 5. sırada bulunan Minnesota Timberwolves ise Ray Allen’ı
seçmiş ve draft gecesi yapılan takasla takıma enerji getireceği düşünülen
Marbury ile takas edilmişti. Böylece Marbury’ye evinden uzak bir yer olan
Minnesota’nın yolu gözükmüştü.
Yeni Yuva Minnesota
Marbury’nin yeni durağı Minnesota olmuştu. Her ne kadar draftta daha
yukardan (büyük ihtimalle 3.sıradan Vancouver tarafından) seçilmesi beklense de
Marbury sonunda Minnesota’lı olmuştu. Brooklyn’de başlayan basketbol macerası
Minnesota da, Amerika’nın daha sert iklimli batı bölgesinde devam edecekti hem
de 1995’de USA Junior Takımında tanıştıkları ve daha sonraları sürekli telefonda
görüştükleri dostu Kevin Garnett ile birlikte oynayacaktı. Gerek sezon öncesi
kamplarda gerekse yaz liglerinde Marbury çok iyi performans ortaya koyuyor ve
herkesi etkiliyordu. Herkes Marbury’den çok iyi bir sezon bekliyor ve onun yılın
en iyi çaylağı olabileceğini daha sezon başlamadan dile getiriyorlardı. 1996-97
sezonunda Marbury belki de kariyerinin en iyi senesini geçirdi.
Her ne
kadar başlangıcı pek iyi olmasa da sonu çok iyi olan bir seneydi bu. Minnesota
ile çıktığı ilk maçta taraftarlar “Marbury bilekleri kırar” slogan ları
atıyorlardı. Bu “bileği kırma” da topu bir taraftan diğer taraf çeken oyuncunun
karşısındaki savunmacıyı geçmesi duru munda karşı savunma cının bileklerinin
kırılması anlamı na gelir. Mecazi bir anlam taşıyan bu slogan ne yazık ki o gece
gerçek oldu ve taraftarların dediği gibi Marbury bilek kırdı. Yalnız bir sorun
vardı. Marbury’nin kırdığı bilek maalesef kendisininkiydi. Minnesota-San Antonio
maçının 8.dakikasında aldığı bir ribaunddan sonra ters düşen Marbury sahadan
sekerek ayrılmış
ve bir daha geri dönmemişti. Minnesota’nın 82-78
kazandığı maç sonrası Marbury ”Ne yalan söyleyeyim galiba bileğimi kırdım,
yürürken acı çekiyorum. İyi ki maçı kazandık yoksa bileğimin acısına birde
uykusuzluk ekleyecektim.” diyerek hem takıma olan inancını hem de acısını dile
getiriyordu. Allah’tan olay Marbury’nin dediği gibi bir bilek kırılması olmadı.
Bileği dönen Marbury 7 maç sahalardan uzak kaldı. Kendisinden çok şeyler
beklenen bir çaylak için daha çıktığı ilk maçta böyle bir sakatlık yaşamak çok
güven kırıcı olabilir. Ancak bu olay Marbury’de tam tersi etki gösterdi.
Salonlara döndükten sonra kendisini çok iyi motive eden Marbury yıl içinde
oynadığı 67 maçın 64’ünde sahaya ilk beş çıktı. 15.8 sayı, 7.8 asist ve 2.3
ribaund istatistikleri ile oynayan Marbury, Minnesota’yı tarihinde ilk kez NBA
Playoffları’na taşıdı. O sene Marbury bir çok da rekor kırdı. Milwakuee
karşısında yaptığı 17 asistle, Minnesota tarihinin en çok asist yapan oyuncusu
olurken bir maçta attığı 6 üçlük ile bir çaylak tarafından bir maçta atılan en
fazla üçlük rekorunu kırmış oldu. Marbury aynı sene en iyi çaylak beşine
seçilirken yılın çaylağı oylamasında Iverson’un ardından ikinci oldu. Sezon
içerisindeki Minnesota-Philadelphia maçında ise Marbury 26 sayı, 6 asistlik bir
performans sergileyerek Iverson karşısında başarılı bir performans ortaya koydu.
Beklenen bu düellodan sonra Marbury’ye, Iverson ile ilk buluşmasının nasıl
geçtiği sorulduğunda ”Bu sefer ben daha çok sayı attım ancak Iverson’a karşı çok
büyük saygım var. Oyun stillerimiz birbirine çok benziyor ve biz bir anlamda
birbirimizin panzehiri gibiyiz. Birbirimizi frenleyebiliyoruz.” diyordu. Sezon
sonunda Iverson mı Marbury mi daha iyi tartışmaları devam ediyordu. Marbury
takımını kazanan bir takım haline getirmiş ve Iverson’dan daha fazla asist
yapmıştı. Iverson ise bir çaylak için inanılmaz bir sayı ortalaması (23.5)
yakalamış ve Philadelphia takımının süperstarı konumuna gelmişti, ancak
Philadelphia sezonu kötü bir derece ile bitirmiş ve playofflara kalamamıştı.
Bunun yanında Iverson yılın çaylağı seçilmişti.
Minnesota 97 senesinde
2003 e kadar süregelecek bir trendin de ilk adımını attı ve ilk turda Houston
Rockets’a 3-0 ile boyun eğdi. Steph bu 3 maçlık seride 21.3 sayı, 7.7 asist
ortalamaları ile takımının iki kategoride de en iyisi olurken, Minnesota
tarihinin ilk playoff maçında da 28 sayı ile takımının en skorer oyuncusu oldu.
Başarılı bir çaylak sezonunun ardından Marbury’e kazandıran oyuncu statüsü de
yerleşmeye başlamıştı. Bunun yanında geleceğin büyük yıldızlarından olmasına
kesin gözüyle bakılan Marbury’ye o sene adının başına İngilizce yıldız anlamına
gelen ”Star” kelimesi getirilerek bir de takma ad bulundu ve Marbury’ye
“Starbury” denmeye burda başlandı.
Alintidir