Full Name: Steve De'Shawn Francis
Height: 6'
3"
Weight: 200 lbs.
Position: Guard
Birth Place: Silver
Spring, Maryland
Birthday: Febuary 21, 1977
College:Maryland
'99
NBA Team: Orlando Magic
SLAM DUNK’IN BAŞI AĞRIYAN CANAVARI
STEVE FRANCIS “WINK #3”
ARTIK HOUSTON TAKIMINDA NE OLAJUWAN VAR, NE
BARKLEY, NE DE DREXLER. AMA SAHİP OLDUKLARI BİR ŞEY VAR; UZUN ZAMANDIR ÖZLEMİNİ
ÇEKTİKLERİ GERÇEK BİR OYUN KURUCU: STEVE FRANCIS…
İster onu itin, ister
çekin! Her tür faule baş vursanız bile, çoğu zaman O’nun üzerinizden yapacağı
smaçları engellemek için elinizden fazla bir şey gelmez. Ne Duncan, ne Malone ne
de Wallace onu tek başlarına durdurabildi ama bu yıl yeni tanıştığı bir
savunmacı ona feleğini şaşırttı: Nedeni bulunamayan migren ağrıları!..
Houston hep süper yıldızların ve kıl kapı kaçan şampiyonlukların takımı
olmuştur. NBA tarihinin gelmiş geçmiş en büyük 50 oyuncusundan Clyde “The Glide”
Drexler ile Sir Charles Barkley’in faal oyunculuğu bırakması ve her bakımdan
adını Houston tarihine altın harflerle yazdıran efsanevi pivot Hakeem “The
Dream” Olajuwon’ın Toronto’ya transferi sonucunda elindeki süper yıldızlarını
kaybeden Rockets’ın taraftarları, takımın yeniden yapılanma sürecinde bir isme o
kadar çok güveniyor ki daha şimdiden onun tarih yazacağına inanmış durumda. İşte
bu yüzden ona “Franchise” lakabını taktılar.
SAN DİEGO’DAN HOUSTON’A
1967 yılında San Diego’da NBA macerasına başlayan Rockets takımı
kurulduğu günden itibaren yıldız sıkıntısı çekmeyen ender ekiplerden biridir.
1993-94 sezonunda gelen ilk şampiyonluğa kadar kadrosunda Elvin “The Big E”
Hayes, kısa boyundan kaynaklanan dezavantajları yüreğiyle kapatan küçük dev adam
Calvin Murphy, hem oyunculuk hem de coachluk kariyerinde Houston’la özdeşleşen
Rudy Tomjanovich, John Lucas, “karpuzlama” atışlarına rağmen yaklaşık %90
serbest atış yüzdesi tutturan Rick Barry, pota altı canavarı Moses Malone ve
süper bir kariyer başlangıcının ardından beklenmedik bir şekilde 4-5 NBA
sezonunun ardından basketbolu unutan sorunlu Dev Ralph Sampson gibi çoğu şu an
Naismith Hall of Fame’e seçilmiş olan bir çok süper stara sahip olmuştu. Buna
rağmen kendilerinden beklenen performansı genelde gösteremeyerek ortalama bir
takım olmaktan öteye gidememişlerdi. Hoş NBA’in adeta Magic-Bird düellosu
şeklinde geçtiği 80’li yıllarda, önce Moses Malone’un sonra da ikiz kuleler
Olajuwon&Sampson liderliğinde iki kez finale çıkmayı başarmışlardı. Belki
Bird’lü, Kevin Mc Hale’li ve Robert Parish’li Boston’a kaptırılan şampiyonluklar
beklentileri de maksimuma çıkartmıştı çıkartmasına ama Houston taraftarları
umulmadık bir şekilde birkaç sezon üst üste playoff’larda unutamayacakları
hezimetlere şahit olacaktı. Rockets yönetimi peşi sıra playoff’larda daha ilk
turlarda gelen başarısızlıklar ve süpürülmeler karşısında coach Don Chaney’nin
ipini çekerek yerine takımın sembol oyuncularından biri olan Rudy Tomjanovich’i
getirecekti.
HOUSTON TARİHİNİN EN BÜYÜK COACH’U: RUDY TOMJANOVİCH
Oyunculuk kariyerini noktaladıktan sonra önce Houston’da scout’luk sonra
da asistan coach’luk yapan Rudy T, herhalde tavında pişerek bu noktaya
geldiğinden takıma yeni bir ivme kazandırır. Hakeem’i daha etkin kullanarak onun
takımdaki liderliğini güçlendirir bunun sonucunda da daha ilk sezonunda
55-27’lik bir galibiyet oranı yakalar. Tam bu sırada 90’ların başına damgasını
vurarak Chicago’nun Three-Peat yapmasında baş rolü oynayan Michael Jordan,
babasının öldürülmesinin ardından yaptığı basın toplantısıyla basketbolu
bıraktığını açıklar. İşte Houston’ın şampiyonluğunu hazırlayan ortam oluşmuştur.
Ligin ikinci en iyi oyuncusu Hakeem ve Coach T bu fırsatı geri tepmez. İlk 24
maçının 22’sini kazanan Rockets, tarihinin en başarılı performansını ortaya
koyarak normal sezonu 58 galibiyetle tamamlar. Sonrası ise malûm, Houston
playoff’larda kıran kırana geçen serilerin ardından ilk şampiyonluğuna, Olajuwon
da play-off MVP ödülüne ulaşır. Sonraki yıl normal sezonda biraz tökezleseler de
Portland’ın süper yıldızı ve Hakeem’in Houston Üniversitesi’nden kankası, yüce
insan Clyde “The Glide” Drexler’ın takıma katılmasıyla finale ulaşarak Penny
Hardaway ve Shaquille O’Neil’ın Orlando’sunu süpürüp bir kez daha şampiyonluğa
uzanır ve Jordan’sız yılların keyfini doyasıya yaşar. Bir sene sonra Olajuwan’ın
muhteşem performansına rağmen ilk 5’teki 4 oyuncu Olajuwon, Drexler, Sam Cassell
ve Robert Horry’nin sakatlıkları playoff performanslarını etkiler ve Houston
three-peat hayali kurarken Seattle’a elenmekten kurtulamaz. 1995-96 sezonunun
hemen ardından diğer bir efsane -Rodman kadar olmasa da biraz deli olan- Charles
Barkley takıma katılınca herkes Rockets’ın şampiyonluk sayısını arttıracağını
düşünmeye başlar. Ama unutulan konu Houston’ın gerçek anlamda kaliteli bir oyun
kurucudan yoksun olduğudur. Ne Matt Maloney ne de Brent Price bu derecede üst
düzey bir takımın sorumluluğunu omuzlayamaz. Bu durumda Drexler sahada mecburi
oyun kuruculuk yapmak zorunda kalır. Hatta kimi zaman Barkley’le high post
playmaking gibi adlandırabileceğimiz setler oynarlar. Hal böyle olunca Houston,
ezeli rakipleri Utah’a sonuna kadar mücadele etmelerine rağmen üst üste iki yıl
playoff’larda boyun eğer. (Zaten Utah’da basketbola geri dönen Jordan’lı
Chicago’ya yenilmekten kurtulamaz.) Devamında Drexler basketbol oynamayı bırakır
ama yerine yine NBA’in gelmiş geçmiş en büyük 50 oyuncusundan biri olan Scottie
Pippen getirilir. Vasat geçen bir sezonun ardından iş playoff’lara geldiğinde
Pippen fazla varlık gösteremez ve Rockets ilk turda Lakers’a elenmekten
kurtulamaz. Pippen’da bu sezonun ardından takımdan ayrılarak kapağı Portland’a
atar. Ardından da Barkley basketbolu bırakır, Olajuwan ile anlaşılamaz ve
Houston eski gücünü kaybeder.
Otoriteler, üst üste gelen 2 şampiyonluğun
ardından 2-3 All-Star oyuncuya rağmen Houston’ın finallere ulaşamamasının temel
nedeni olarak hep oyun kurucu eksikliğini göstermişti. Artık takımda ne Hakeem
var, ne Barkley , ne Drexler ne de Pippen. Ama sahip oldukları bir şey var; uzun
zamandır özlemini çektikleri gerçek bir oyun kurucu: Steve Francis!!.
TAKOMA PARK’TAN MARYLAND TERRAPİNS’E UZANAN ZOR YOLCULUK
Steve
De’Shawn Francis 21 Şubat 1977’de Silver Spring, Maryland’de dünyaya geldi.
Annesi Brenda ve anneannesi Mabel tarafından yetiştirilen Steve, çoğu Amerikan
genci gibi öncelikle Amerikan futboluna meraklıdır. Basketbolla tanışması ise 9
yaşındayken ancak en yakın arkadaşı Jamal Hutchinson’ın zorlamaları sonucu olur.
Jamal’ın basketbol oynamasına özenen küçük Steve, futbol antrenmanlarından sonra
basketbol da oynamaya başlar ve bu oyuna giderek kanı ısınır. İlk kulübü olan
Takoma Park’ta gecesini gündüzünü o zamanlar en sevdiği açık saha olan
Honeybranch’ta geçirir. Bu sırada arkadaşı Jamal onun için gerçekten iyi bir
örnektir ve Francis durmadan onun gibi olabilmek için çaba sarf eder. Tam 6 yıl
boyunca her gün Amerikan futbolu antrenmanlarından sonra Takoma Park’a gider ve
orda coach Tony Langley ile saatlerce çalışır ki Steve’e göre onun Steve Francis
olmasında hem Takoma Park’ın hem de Tony Langley’in önemli payı vardır. Langley
hırslı, daima kazanmayı hedefleyen ve bunun için tüm gücüyle çalışan biridir ve
ister istemez onun bu özelliği Steve’e de geçmiştir. Orta okul yıllarında ise
asla iyi bir oyuncu olamamıştır. Francis oldukça çelimsizdir, kısadır, fazla
yükseğe sıçrayamaz ve şut atma konusunda fazla yetenekli değildir. Hatta kimi
zaman arkadaşlarına alay konusu olur. Toplanıp onun yeteneksizliği ile dalga
geçerler. Belki çoğunuz inanmayacaksınız ama Steve 12. sınıfa kadar çembere
değmekten acizdir. Bu durum Langley’e sorulduğunda şöyle cevap verir : “Steve ne
olursa olsun her zaman yere sağlam basan ve çabuk bir oyuncuydu.
alıntı